
📚🍎⭐️Öğretmenler Günü Kutlu Olsun


Jenerasyonlar arası farklılıklar ve jenerasyon özellikleri son yılların en çok konuşulan ve merak edilen konularından. Özellikle 90’lı yıllarda ve hatta 2000’li yıllarda doğan çocukların büyümeleri ve iş hayatına atılmalarıyla bu konu önem kazandı. Farklılıklar yeni anlaşma ve ilerleme yaklaşımları gereksinimleri de getirdi. X jenerasyonundan bir patron Z jenerasyonunun yaklaşımlarını işinin sürdürebilir bir şekilde ilerlemesi için anlamak durumunda kalabiliyor.
Peki Z jenerasyonu kimdir ve temel yaklaşımı nedir?

Z jenerasyonu 96 yılından sonra doğanlara deniliyor ve değer odaklı bir yaklaşıma sahip. Özellikle tüketim anlamında iletişim kurarken sahicilik ve deneyim zenginliğine önem veriyor. Bunlarla beraber, lüks markalardan farklı olarak onlara farklılık katacak ürün/hizmet arıyorlar. Alışverişi hem çevrimiçi (online) ve çevrimdışı (offline) yapabiliyorlar. Bundan dolayı pop-up butik ve Instagram üzerinden pazarlama yapan markaları tercih edebiliyorlar. Ek olarak, online çalışan marketleri tercih ediliyor. Z jenerasyonu’nun %35’i bu marketlerden alışveriş yapıyor.
Bu ne demek? Nasıl bir büyük resim var?

Sahicilik deminde yazdığım gibi çok önemli. Sunulan değerler ile atılan adımları takip ediyorlar. Bunun yanında, yenilik de onlar için bir öncelik. Eğer bir marka yeni deneyimler sunuyorsa, bu jenerasyonun dikkatini çekiyor. Küçük ölçekli markaların büyümesinide buna bağlanabilir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde, daha başka hangi noktalar dikkat çekiyor?

İnteraktif pazarlama ve deneyim yaratmak çok önemli. Bu ürün/hizmet deneyiminde birden fazla platform ile daha aktif olmayı sevdikleri anlamına geliyor.

Fiyat, kalite ve imaj (kendilerini yansıtmaları) 3 temel tüketim alışkanlığı.
Etik değerler, sürdürebilirlik ve samimiyet öncelikleri.
McKinsey & Company, McKinsey, Dünyanın En Güçlü Nüfusu Olan Z Jenerasyonunu Mercek Altına Aldı, son güncelleme 19 Ekim, 2020, https://www.mckinsey.com/tr/our-insights/meet-gen-z#
En sevdiğiniz ve her gördüğünüzde içinizi eriten hayvanlar hangileri?
Kendim cevaplamam gerekirse, bu belgeseli seyredene kadar size muhtemelen köpek, koala, kedi ve tilki derdim. Fakat, bu belgesel ile cevabım değişti. Her hayvanı seviyorum. Hepsinin onları özel yapan özellikleri var. Okyanusta kendi köşesinde yaşayan ve ömrüm boyunca diğer hayvanlar kadar da göreceğimi düşünmediğim bir hayvan bu konuda yolumu açtı. Belgesel bana duygunun düşündüğümden daha da geniş bir şey olduğunu gösterdi.
Özellikle son yıllarda ahtapotların karar verme ve hareket etme şekilleri bilim insanlarının dikkatini çekmeye başlamıştı. Fakat, bu belgesel onların ne kadar muhteşem olabileceğini tekrar gösterdi.
Tabi bunlar benim şahsi fikirlerim ve herkeste aynı etkileri yaratmayabilir ama sizlerle bende böyle bir anlam değişikliği yaptıran “My Octopus Teacher” hakkında kısa bir yazı yazmak istedim. Belgeselin sonunu yazmayacağımın sözünü vererek, belgesel hakkında bazı detayları ve dikkatimi çeken olguları sizinle paylaşacağım.
Belgesel nasıl çekildi?

Belgesel Craig Foster’ında bulunduğu bir ekip ile Atlantik Okyanusu’nda yaratıldı. Craig Foster günler boyunca ahtapotu görme merakıyla suya tekrar tekrar daldı. Tam olarak bir lokasyonunu yazmak gerekirse, bu yolculuk Cape Town ile Namibia arasında bulunan 1000 km olan bir deniz ormanında çekildi. (1) Yolculuk boyunca alanında uzman kişilerle de çalışmaya devam ederek, belgesel son halini aldı. (2)
Yeni neler öğrendim? Bu belgeseli diğerlerinden hangi özellikleri farklı yaptı?

Bundan önce seyrettiğim belgesellerde hep doğaya daha objektif bakardım. Doğanın kendi dinamikleri vardı ve onları sadece seyrederebilirdik. Şimdi çoğu açıdan hala bu fikre sahibim ama iletişim, sevgi ve ilginin vahşi bir hayvanı nasıl değiştirdiğini ilk defa bu kadar derinden hissettim. Bu sadece bir belgesel değil, aynı zamanda bir film gibiydi. Ahtapotun her Craig Foster onun yanına daldığında gösterdiği merak huzur veriyordu. Hatta, ona uzanması beni etkileyen ilk sahnelerden biriydi. Sevgi duygusunun neler katabileceğini başka ve yeni bir formda gördüm. Genel olarak bakarsam, belgeselin bende yarattığı ve gösterilen arkadaşlık ilişkisi beni en çok etkileyen yanları oldu. Tabi kamera arkasında inanılmaz bir çalışma var. Bilimsel olarak doğru olması için uzmanlarla çalışılmış ve çekimleri su altında çekim yapabilen bir ekip kurulmuş. Belgesel hakkında daha detaylı bilgilerin bulunduğu sitelere kaynaklarımdan ulaşabilir ve dikkatinizi çeken başka konular da varsa okuyabilirsiniz.
Daha fazla yazarsam sonunu söylemekten ve fikirlerinizi değiştirmekten çekiniyorum. Belgeseli seyretmiş ve seyretmek isteyen herkes, siz de lütfen fikirlerinizi serraispahani@gmail.com adresi ya da Instagram üzerinden benimle paylaşın. 🙂
Kaynaklar:
(1)My Octopus Teacher, erişim 22 Ekim, 2020, https://seachangeproject.com/myoctopusteacher/
(2) The Making of My Octopus Teacher, erişim 22 Ekim 2020, https://stories.seachangeproject.com/the-making-of-my-octopus-teachernbsp
Not:
Hazırlanan görsellerde ve başta kullanılan fotoğraflar Onedio sitesinden alınmıştır.
“Süper kahramanların dolaplarında neler var?”
“Aynı kıyafetten kaç tane var?”
Bu ve benzeri soruları küçükken kendime sorardım. Son yıllarda özellikle belli kıyafetleri giydiğimi ve eşyaları daha çok aldığımı görünce, minimalizm konusu beynimde tekrar kendini ön plana çıkardı. Ben de bu sayede tekrar konuyu araştırmak ve bir yazı yazmak istedim.
Şimdi bir benzetme yapacak olsam, bu en sevdiğin kişiyle konuşmadan en sevdiği hediyeyi alabilmek olurdu. Bence minimalizm, ne sevdiğini, neyin sana en iyi geldiğini ve gelebileceğini bilmek. Tabi minimalizm sadece gardropta olan bir şey değil. Hayatın her alanında kullandığımız öncelik ve ihtiyaç dengesi.
Genel olarak minimalizmin tanımları neler?
Minimalizm, önceliklerimizi farketmemizde yardımcı olan bir düşünce sistemi. Değer verdiğimiz şeyleri ön plana çıkartıp daha mutlu olmamızı sağlıyor. Hayatımızdan eşyaları azaltmak minimalizmin direkt tanımı değil. Eşya azaltmak, genellikle minimal yaşayan bir insanın oluşan alışkanlığı. Burada önemli olan, sizin için anlamlı eşyalarla sizi ileriye taşıyan bir hayat yaşamak. Bundan dolayı, nelere değer verdiğinizi ve önceliklerinizi düşünerek yaşamaya başlamanız daha derin bir adım olabilir. (1)
Minimalizm bize neler katabilir?

Minimalizmi bir şekle benzetsem, bir yuvarlak olurdu. Bu yuvarlağın içinde de birbirlerini destekleyen özgürlük ve mutluluk duygularını kuvvetlendiren faktörler var. Bunlar;
– Karar verirken daha az zaman harcamak
– Temizliğin azalması
– Başka şeylere daha fazla zaman ayırabilmek
– Aradığını daha kolay bulmak
– En çok değer verdiğin şeyleri yansıtmak
– Sevdiğin işi yapmak
– Daha üretken olmak
– Daha nitelikli şeylere sahip olmak .
Bunların sağladığı büyük etkiler ise;
– Doğa için fayda sağlamak
– Gelecek nesillere örnek olmak (Hatta, onlara daha güzel bir dünya bırakmak.)
– Başka alanlara da destek vermek. (2)
Kendimize nasıl sorular sorarsak, minimalist hayat tarzımız olur?


Bugünkü hayatıma baktığımda;
1. Daha da anlamlı bir hayat için özellikle hangi alanlarıma odaklanabilirim?
2. Bugünden yarına neler yaparsam daha mutlu bir insan olurum?
3. Daha başka neler yapabilirim?
4. Bu adımları tam olarak ne zaman atmaya başlarım?
5. Bunlar özellikle hangi olumlu değerimi yansıtıyor?
(1) Benefits of Minimalism: 21 Benefits of Owning Less, erişim 6 Ekim ,2020, https://www.becomingminimalist.com/minimalism-benefits/
(2) Benefits of Minimalism: 21 Benefits of Owning Less, erişim 6 Ekim ,2020, https://www.becomingminimalist.com/minimalism-benefits/
Yapılan güncel araştırmalardan birinde, renklerin de müzik gibi evrensel bir etkiye sahip olabileceği görüldü. Dünyanın farklı yerlerinden insanlar genellikle aynı renkleri aynı duygularla ilişkilendiriyor.
Bu sonuca nasıl varıldı?
Altıdan fazla kıtada 30 millet ve 4,498 kişinin katıldığı online bir anket dolduruldu.

Daha detaylı bakınca nasıl detaylar bulunuyor?
Johannes Gutenberg Üniversitesi Mainz (JGU) katılımcı ekibinin üyesi Dr. Daniel Oberfeld-Twistel, “Bu kapsamda benzer bir çalışma şimdiye kadar gerçekleştirilmedi.Kapsamlı bir genel bakış elde etmemize ve renk-his ilişkilerinin dünya çapında şaşırtıcı derecede benzer olduğunu belirlememize olanak tanıdı.”dedi.
Oberfeld-Twistel “Bu önemli bir küresel fikir birliğini ortaya çıkardı” diye özetledi. Örneğin, dünyanın her yerinde kırmızı renk hem olumlu bir his – sevgi – hem de olumsuz bir his – öfke- ile güçlü bir şekilde ilişkilendirilen tek renk.” Kahverengi ise, küresel olarak en az hissi tetikleyen renk oldu.

Başka bir açıdan da baktığımzda, bilim adamları bazı ulusal özelliklere de dikkat çekti. Örneğin, beyazın rengi diğer ülkelere göre Çin’de üzüntüyle çok daha yakından ilişkili.
Bazı renkler ortak duygular yaratıyorken, diğer renklerin algılanmaları nelere göre değişebiliyor?

Dr. Daniel Oberfeld-Twistel’e göre, küresel benzerliklerin ve farklılıkların nedenlerinin tam olarak ne olduğunu söylemek şu anda zor. “Bir dizi olası etki faktörü var: dil, kültür, din, iklim, insani gelişme tarihi, insanın algısal sistemi.” diyerek açıklama yaptı ve “Renk-his ilişkilerinin mekanizmaları hakkındaki pek çok temel soru henüz açıklığa kavuşturulmadı.” diye devam etti.
Bununla birlikte, veri tabanı büyüdükçe kendini geliştiren bir bilgisayar programı olan – Oberfeld-Twistel tarafından geliştirilen bir makine öğrenimi yaklaşımının kullanımını içeren derinlemesine bir analiz kullanarak- bilim adamları, tek tek ülkeler arasındaki farklılıkların daha da büyük olduğunu keşfettiler. Coğrafi farklılıkların konuşulan dilleri de etkilediği bulundu.
Neuroscience News,Colors Evoke Similar Feelings Around the World, son güncelleme 12 Eylül, 2020, https://neurosciencenews.com/color-universal-feeling-17010/
Mutluluk Uzmanı Meik Wiking “Araştırmalar farklı ve yeni anıları hatırlamakta daha iyi olduğumuzu gösteriyor. Bu yüzden, bunu unutulmaz ve anlamlı anlardan oluşan depomuza eklemek için kullanalım.” diyor.

Bu dönemler ne zaman?
Bu ne anlama geliyor. Buna bağlı olarak, nasıl mutlu anlarımızı arttırabilir ve daha mutlu insanlar olabiliriz?
Yapılan araştırmalara göre hayatlarımızın belli kısımlarını daha fazla hatırlama eğilimimiz var. Bu, belli yaşlarımızda yaşadığımız deneyimlerimizin bizim için daha fazla anlamlı olduğunu gösteriyor.
Anımsama tepesi olarak adlandırılan terime göre, insanlar anılar sorulduğu zaman daha çok 15 ile 30 yaş arasını hatırlıyor. Bir teoriye göre, o yaş aralığında kimliğimiz daha hızlı oluşuyor ve şekilleniyor. O dönemi kendimizle daha fazla bağdaştırıyoruz. Bununla beraber, anıların ne zamana ait olduğu da önemli. Anı ne kadar yeniyse, o kadar fazla hatırlama ihtimalimiz oluyor.
Örnek vermek gerekirse;
Agatha Christie’nin 544 sayfa uzunluğundaki otobiyografisine bakarsanız, annesinin ölümü 346. sayfada Christie 33 yaşındayken gerçekleşiyor. Hayatındaki anımsama tepesini kapsayan dönemde, anılar yılda 10 sayfadan fazlasını dolduruyor. Buna karşılık, yaşları 55 ile 75 arasında olduğu 1945 ile 1965 arasındaki olayları sadece 23 sayfada – 1 yıla bir sayfanın biraz üzerinde gibi bir oran – özetliyor.

Gillian Cohen ve Dorothy Faulkner’in yaptıkları bir araştırmaya göre, insanların ilk ve özel gördüğü anıları hatırlama oranı %73.

Yeni bir anı neden daha fazla hatırlanıyor?
Yeni bir deneyim yaşadığımızda beynimiz algılamak ve kaydetmek için daha fazla çalışıyor. Bu da ilklerin diğer benzer anılardan daha kuvvetli kaydolmasını sağlıyor. David Pillemer, New Hampshire Üniversitesi’nde Psikoloji Profesörü, insanlara üniversite yıllarından anılarını – her anı olabilir- soruyor. Çıkan sonuçlara göre katılımcılar, akademik yıllarının başlangıcında %40 oran ile Eylül aylarını ve %16 oran ile Ekim aylarını hatırlıyor. Bütün yazılanlara ek olarak, mutlu anılarımız da yeni ve kendimizle bağdaştırdığımız anılarla aynı şekilde daha kolay hatırlanıyor.
Bu yazı ne anlama geliyor? Mutlu anılar nasıl artar?
Yeni şeyler deneyimlediğiniz ve hatırlanmak istediğiniz zamanlar yenilikler ve akılda kalıcı mutlu edecek detaylara odaklanın. Örneğin, yeni bir film seyrederken sizi şaşırtan ve gülümseten detaylarına odaklanın. O yeni bir yer gördüğünüz veya yeni bir oyuncuyu seyrettiğiniz bir film olsun. İnsanların akıllarında daha fazla kalmak istiyorsanız da, onlara hiç yemedikleri bir yemeği yapın veya her zaman yaptığınız yemeği farklı bir şekilde pişirin.
Meik Wiking, There’s an art to happy memories — you can make more by experiencing more “first”s. İdeas.ted (blog), 14 Ocak, 2020. Erişim Ağustos, 2020. https://ideas.ted.com/theres-an-art-to-happy-memories-you-can-make-more-by-experiencing-more-firsts/
Tokyo Üniversite’sinde yapılan yeni bir çalışmada, Japon ve Batı klasik müzisyenlerin ve müzisyen olmayanların beyinleri arasındaki farklılıklar incelendi. Katılımcıların alışılmadık ritimlere ve ritmik olmayan örüntüler dinlediklerinde belirli nöral davranış türlerini araştırdılar. Eğitimli müzisyenler, müzisyen olmayanlara kıyasla daha doğru ritmik tahminlerde bulundular ve Japonca veya Batı klasik müziği konusunda eğitilenler arasında daha ince- hemen göze çarpmayan- farklar vardı. Bu araştırmanın öğrenme ve beyin gelişimi üzerindeki kültürel etki araştırmaları üzerinde etkileri oldu.
Araştırmanın amacı neydi?
Fikir, müzik eğitiminin istatistiksel öğrenmeyi nasıl etkileyebileceğini, beynimizin sıralı bilgileri, bu durumda ritimler, yorumlama ve tahmin etme şeklini görmekti.
Nasıl yapıldı?
Araştırmacılar, beyindeki manyetik sinyallere bakan manyetoensefalografi adı verilen bir tekniği kullanarak katılımcıların beyin aktivitelerini kaydetti. Tatsuya Daikoku ve Masato Yumoto verilerden ritimlerin istatistiksel öğreniminin katılımcıların beyninin sol yarıküresinde gerçekleştiğini tespit etti. En önemli sonuçlardan biri de Japonca ya da Batı klasik müziği olsun müzik eğitimi almış olanlarda daha yüksek bir aktivite seviyelerinin olmasıydı.
Araştırmacılar nasıl yorumlar yaptı?
Tatsuya Daikoku “ Müzik günlük yaşamımızda her yerde bulunur ve vazgeçilmezdir. Müzik bizi ödüllendirebilir, rahatlatabilir ve duygusal olarak tatmin edebilir. Bu yüzden müziğin beyindeki etkisinin araştırılması şaşırtıcı değil. Bununla birlikte, birçok çalışma Batı klasik müziği, pop, caz vb. üzerine odaklanırken, bizim araştırmamız gagaku olarak bilinen Japon klasik müziği uygulayıcılarındaki nöral mekanizmaları araştıran ilk çalışma. ” (1) dedi.
Daikoku ek olarak, “ Müzisyenlerin, müzisyen olmayanlara kıyasla, alışılmadık ritim sekanslarında güçlü istatistiksel öğrenme sergileyeceklerini düşündük. Bu, tanımadığınız melodilere verilen yanıtları inceleyen önceki çalışmalarda gözlemlenmişti. Yani, bu başlı başına bir sürpriz değildi. Bununla birlikte, gerçekten ilginç olan şey, Japon veya Batı klasik müziği konusunda eğitilenler arasındaki sinirsel tepkilerdeki farklılıkları seçebilmemizdi.” (2) dedi.
Japon ve Batı klasik müzisyenler arasındaki bu farklılıklar çok daha az ve ritimdeki karmaşıklığın üst düzey nöral işlenmesinde belirginleşiyor. Bir kültürün ya da başka bir kültürün diğerinden daha iyi ya da kötü performans göstermesi anlamına gelmiyor. Bu bulgu farklı kültürel yetiştirmenin ve eğitim sistemlerinin beyin gelişimi üzerinde somut bir etkisi olabileceği anlamına geliyor.
Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/
Alıntılar
(1)Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/
(2) Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/
Çevre temizliği dünyada en çok karşımıza çıkan konulardan biri. Şehir hayatının getirdiği araba kullanımı ve diğer faktörler çevreyi olumsuz etkiliyor. Fakat son zamanlarda çevre temizliği ve doğa konularında oluşan farkındalık ile, yeni ve büyük çapta projeler üzerinde çalışılmaya başlandı. Bunlardan birine Pureti® Print ile çalışan Guggenheim Müzesi Bilboa odaklandı.

Guggenheim Müzesi Bilboa nasıl bir projeye odaklandı?
Yaratıcı stüdyo Estudios Durero ve Pureti® Print’in teknolojisi ile şehir havasını temizleyen afişler hazırladı.
Afişler havayı nasıl temizliyor?
Ağaçlarda olduğu gibi, arındırıcı etki yaratan fotokataliz kullanılıyor. Afişlerin hava temizlemede 700 ağaç ile eş değerde olacağı idda edildi.

Afişler nerelerde kullanılacak?
Afişler sadece müzenin cephesinde değil, sokak lambalarında da bulunuyor. Böylece daha geniş anlamda bir etki yaratabiliyorlar. “Müze genel müdürü Juan Ignacio Vidarte, bu teknolojinin Guggenheim’ın iklim değişikliğiyle mücadele taahhüdü kapsamında attığı adımlardan biri olduğunu açıkladı.” (1) Bundan önce, aydınlatma sistemlerini değiştirerek diğer adımlardan birini atmışlardı.


Daha detaylı yazmak gerekirse, Pureti® Print afişleri nasıl hazırlıyor?
Geliştirdikleri afişler, NASA işbirliği ile ve farklı uluslararası laboratuvarlardan onay almış. Yukarıda da yazdığım gibi, fotokataliz ile çalışıyorlar. “Pureti® Print Avrupa’nın çevreyle ilgili gelecekte karşılaşacağı önemli zorlukları çözmek üzere tasarlanan Avrupa iSCAPE projesinin de bir parçası.” (2)
Fotokataliz nedir?
“NASA iş birliğiyle geliştirilen ve farklı uluslararası laboratuvarlar tarafından onaylanan Pureti® Print, bilimsel olarak fotokatalizi temel alıyor. Güneş ışığının tetiklediği kimyasal bir reaksiyon olan fotokataliz; oksijeni ve su buharını hava kirleticileri (NOx, SOx veya VOC’ler gibi), bakterileri, küf ve kötü kokuları temizleyen ajanlara dönüştürüyor.” (3)
(1) Ece Burgaz, Guggenheim Müzesi’nden Şehrin Havasını Temizleyen Afişler, son güncelleme 1 Temmuz, 2020, https://bigumigu.com/haber/guggenheim-muzesi-nden-sehrin-havasini-temizleyen-afisler/
(2) Ece Burgaz, Guggenheim Müzesi’nden Şehrin Havasını Temizleyen Afişler, son güncelleme 1 Temmuz, 2020, https://bigumigu.com/haber/guggenheim-muzesi-nden-sehrin-havasini-temizleyen-afisler/
(3) Ece Burgaz, Guggenheim Müzesi’nden Şehrin Havasını Temizleyen Afişler, son güncelleme 1 Temmuz, 2020, https://bigumigu.com/haber/guggenheim-muzesi-nden-sehrin-havasini-temizleyen-afisler/
Yazı “Ece Burgaz, Guggenheim Müzesi’nden Şehrin Havasını Temizleyen Afişler, son güncelleme 1 Temmuz, 2020, https://bigumigu.com/haber/guggenheim-muzesi-nden-sehrin-havasini-temizleyen-afisler/ ”kaynağı kullanılarak yazılmıştır.
Sizinle okullarda öğrendiğimiz iki tarihi olay paylaşacağım;
1. Hamamda yıkanırken suyun kaldırma kuvvetini bulan ve koşmaya başlayan Arşimet.
2. Başına elma düşmesiyle yer çekimini bulan Newton.
Bu iki olay günümüz biliminin en önemli ama en kısa anlarından olabilir. Yenilik ve ilerlemeye de mutlaka kapı açmıştır. Bu anlara yaratıcılık ve yenilik açısından bakarsak, oldukça ilham verirler. Fakat, izninizle bu bakış açınızı biraz döndürmek istiyorum. 🙂
Bu anların kahramanları bilimde çok önemli olan iki insan. Bu iki insan dışında kaç kişinin başına bir şey düşüyor ve kaç kişi hamamda yıkanırken elindeki tası suyun üstüne koyuyor düşündünüz mü? Diğer bunları yapan ve yaşayan insanları düşündüğünüzde, diğerlerini normal, Newton ve Arşimet’i dahi yapan özellikler hangileri? Bu aslında çok kolay bir soru. Hangi fikre odaklandıkları. Başka bir deyişle, beyinlerinin daha çok hangi fikirlere odaklandığı.
Bu anlattıklarımın yaratıcılıkla nasıl bir bağlantısı var?
Arşimet’i hamamdan dışarı koşturacak veya Newton’u elmaya farklı baktıran nokta yaratıcılığın fark edildiği yer. Ondan önce bizim ve bilimin görmediği bir süreç var; odaklanma. Bir fikre veya hedefe odaklandığımızda beyin fikirleri birbirlerine ekliyor. Yani yeni bir şekil veriyor. (1)

Beyin bunu nasıl yapıyor?
İnsan beyni prefrontal korteksin olmasından dolayı, hayvan beyninden farklı olarak bilgiyi sınırsız bir şekilde işliyor. Algılama ve tepki verme sistemleri farklı çalışıyor. Örnek vermek gerekirse, bir elma düşünün. Hayvanlar elmayı yemek olarak algılarken, insanlar sanat ve yemek gibi bir çok çerçeve içinde düşünebiliyor. Algılanacak şey ne kadar fazla ise, o kadar yaratıcı olma imkanımız oluyor. Deneyimlerimiz de ham maddesi oluyor. Bunu bir bina yapmaya benzetebilirsiniz. Fikirler ne kadar fazla ise, o kadar yüksek bir bina inşa ediyorsunuz. (2)

Yaratıcılık başka nasıl anlatılabilinir?
Hayatımızı yeniden şekillendirme gücü şeklinde anlatılabilinir. Nathan Myhrovald’a göre de, yaratıcılık bir fikri bir yerden alıp başka yere uygulamak. (3)
Nasıl daha yaratıcı olabiliriz?
1. Yeni şeyler deneyerek.
2. Yenilik arayarak.
3. Yaşadıklarınızın hepsini öğreneceğiniz deneyim ve bilgiler olarak görerek. (4)
Yaratıcılığınızı keşfetmek veya daha iyi tanımak için kendinize nasıl sorular sorabilirsiniz?


1. Sizin için yaratıcı olmak nedir?
2. Bu tanıma göre, yaratıcılığı neye benzetirsiniz?
3. Yaratıcılığınızı en çok nasıl bir motivasyonla kullanıyorsunuz?
4. Yaratıcı insanları düşündüğünüzde ortak özellikleri hangileri?
5. Sizin onlarla ortak özellikleriniz hangileri?
6. Bu özellikleri hangi davranışlarınızla yansıtıyorsunuz? Örnek verir misiniz?
7. Hayatınızda bu özellikleri daha sık nasıl kullanabilirsiniz? (5)
(1) Johnson, Steven. “Steven Johnson: İyi fikirler nereden çıkagelir? ” Filmed 2010. TED video, 17.20. https://www.ted.com/talks/steven_johnson_where_good_ideas_come_from?language=tr
(2) Jennifer Beamish &Toby Trackman, The Creative Brain. Netflix, 2019.
https://www.netflix.com/title/81090128?s=i&trkid=0
(3) Jennifer Beamish &Toby Trackman, The Creative Brain. Netflix, 2019.
https://www.netflix.com/title/81090128?s=i&trkid=0
(4) Jennifer Beamish &Toby Trackman, The Creative Brain. Netflix, 2019.
https://www.netflix.com/title/81090128?s=i&trkid=0
(5) Jennifer Beamish &Toby Trackman, The Creative Brain. Netflix, 2019.
Toyohashi Teknoloji Üniversitesi’nde bir araştırma ekibi, resim ve seslere cevaben dikkat çeken tepkiler ile onlar tarafından ortaya çıkarılan duygular arasındaki ilişkinin görsel ve işitsel algıda farklı olabileceğini belirtti. Bu sonuç insan duygularına bağlı gözbebeği reaksiyonlarının ölçülmesiyle elde edildi. Görsel algının tüm dikkat durumlarında duyguları ortaya çıkardığını gösterirken, işitsel algı sadece seslere odaklanıldığında duyguları ortaya çıkarıyor. Böylece görsel ve işitsel uyaranlara yanıt olarak dikkat durumları ve duygular arasındaki ilişkilerdeki farklılıkları gösteriyor.
Araştırma nasıl yapıldı?
Araştırma ekibi, deneydeki katılımcılardan duygusal tepkilerin görsel ve işitsel algı arasında nasıl farklılaştığını araştırmak için duygusal olarak uyandıran resimler ve sesler sunulduğunda çeşitli dikkat durumlarına karşı onları uyarmak için dört görev gerçekleştirmelerini istedi. Duygusal yanıtların fizyolojik bir göstergesi olarak göz hareketi ölçümleriyle elde edilen gözbebeği yanıtlarını da karşılaştırıldı. Sonuç olarak, görsel algı (resimler) tüm görevlerin yerine getirilmesi sırasında duyguları ortaya çıkarırken, işitsel algı (sesler) sadece seslere dikkat edilen görevlerin yerine getirilmesinde gerçekleşmişti. Bu sonuçlar, dikkatli durumlar ile görsel ve işitsel uyaranlara duygusal tepkiler arasındaki ilişkide farklılıklar olduğunu gösteriyor.
Bu araştırmanın önceki araştırmalardan farkı nedir?
Satoshi Nakakoga “Geleneksel olarak, öznel anketler duygusal durumları değerlendirmek için en yaygın yöntem olmuştur. Ancak bu çalışmada, bir tür görev yapılırken duygusal durumları çıkarmak istedik. Bu nedenle, bilişsel durumları yansıtan biyolojik sinyallerden biri olarak çok fazla ilgi gören gözbebeği tepkilerine odaklandık. Görsel ve işitsel algı nedeniyle duygusal uyarılma sırasında dikkat durumları hakkında birçok çalışma yapılmış olsa da, bu durumları duyular arasında karşılaştıran daha önce yapılmış bir çalışma yok ve bu ilk deneme ” diyor.
Ayrıca, araştırma ekibinin lideri Profesör Tetsuto Minami, “Akıllı telefonlar ve diğer cihazlar aracılığıyla çeşitli görsel medya ile temasa geçmek ve bu görsel ve işitsel bilgiler yoluyla duyguları uyandırmak için daha fazla fırsat var. Ortaya çıkan duyguların insan davranışı üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere duyguları ortaya çıkaran duyusal algı hakkında araştırmaya devam edeceğiz. ” dedi.
Neuroscience News, The relationship between looking and listening and human emotions ,son güncelleme 20 Haziran, 2020, https://neurosciencenews.com/looking-listening-emotion-16567/