Z Jenerasyonu

Jenerasyonlar arası farklılıklar ve jenerasyon özellikleri son yılların en çok konuşulan ve merak edilen konularından. Özellikle 90’lı yıllarda ve hatta 2000’li yıllarda doğan çocukların büyümeleri ve iş hayatına atılmalarıyla bu konu önem kazandı. Farklılıklar yeni anlaşma ve ilerleme yaklaşımları gereksinimleri de getirdi. X jenerasyonundan bir patron Z jenerasyonunun yaklaşımlarını işinin sürdürebilir bir şekilde ilerlemesi için anlamak durumunda kalabiliyor.

Peki Z jenerasyonu kimdir ve temel yaklaşımı nedir?

Z jenerasyonu 96 yılından sonra doğanlara deniliyor ve değer odaklı bir yaklaşıma sahip. Özellikle tüketim anlamında iletişim kurarken sahicilik ve deneyim zenginliğine önem veriyor. Bunlarla beraber, lüks markalardan farklı olarak onlara farklılık katacak ürün/hizmet arıyorlar. Alışverişi hem çevrimiçi (online) ve çevrimdışı (offline) yapabiliyorlar. Bundan dolayı pop-up butik ve Instagram üzerinden pazarlama yapan markaları tercih edebiliyorlar. Ek olarak, online çalışan marketleri tercih ediliyor. Z jenerasyonu’nun %35’i bu marketlerden alışveriş yapıyor.

Bu ne demek? Nasıl bir büyük resim var?

Sahicilik deminde yazdığım gibi çok önemli. Sunulan değerler ile atılan adımları takip ediyorlar. Bunun yanında, yenilik de onlar için bir öncelik. Eğer bir marka yeni deneyimler sunuyorsa, bu jenerasyonun dikkatini çekiyor. Küçük ölçekli markaların büyümesinide buna bağlanabilir.

Bütün bunlar düşünüldüğünde, daha başka hangi noktalar dikkat çekiyor?

İnteraktif pazarlama ve deneyim yaratmak çok önemli. Bu ürün/hizmet deneyiminde birden fazla platform ile daha aktif olmayı sevdikleri anlamına geliyor.

Fiyat, kalite ve imaj (kendilerini yansıtmaları) 3 temel tüketim alışkanlığı.

Etik değerler, sürdürebilirlik ve samimiyet öncelikleri.

McKinsey & Company, McKinsey, Dünyanın En Güçlü Nüfusu Olan Z Jenerasyonunu Mercek Altına Aldı, son güncelleme 19 Ekim, 2020, https://www.mckinsey.com/tr/our-insights/meet-gen-z#

Renklerin Dünyada Yarattığı Benzer Hisler

Yapılan güncel araştırmalardan birinde, renklerin de müzik gibi evrensel bir etkiye sahip olabileceği görüldü. Dünyanın farklı yerlerinden insanlar genellikle aynı renkleri aynı duygularla ilişkilendiriyor.

Bu sonuca nasıl varıldı?

Altıdan fazla kıtada 30 millet ve 4,498 kişinin katıldığı online bir anket dolduruldu.

Daha detaylı bakınca nasıl detaylar bulunuyor?

Johannes Gutenberg Üniversitesi Mainz (JGU) katılımcı ekibinin üyesi Dr. Daniel Oberfeld-Twistel, “Bu kapsamda benzer bir çalışma şimdiye kadar gerçekleştirilmedi.Kapsamlı bir genel bakış elde etmemize ve renk-his ilişkilerinin dünya çapında şaşırtıcı derecede benzer olduğunu belirlememize olanak tanıdı.”dedi.

Oberfeld-Twistel “Bu önemli bir küresel fikir birliğini ortaya çıkardı” diye özetledi. Örneğin, dünyanın her yerinde kırmızı renk hem olumlu bir his – sevgi – hem de olumsuz bir his – öfke- ile güçlü bir şekilde ilişkilendirilen tek renk.” Kahverengi ise, küresel olarak en az hissi tetikleyen renk oldu.

Başka bir açıdan da baktığımzda, bilim adamları bazı ulusal özelliklere de dikkat çekti. Örneğin, beyazın rengi diğer ülkelere göre Çin’de üzüntüyle çok daha yakından ilişkili.

Bazı renkler ortak duygular yaratıyorken, diğer renklerin algılanmaları nelere göre değişebiliyor?

Dr. Daniel Oberfeld-Twistel’e göre, küresel benzerliklerin ve farklılıkların nedenlerinin tam olarak ne olduğunu söylemek şu anda zor. “Bir dizi olası etki faktörü var: dil, kültür, din, iklim, insani gelişme tarihi, insanın algısal sistemi.” diyerek açıklama yaptı ve “Renk-his ilişkilerinin mekanizmaları hakkındaki pek çok temel soru henüz açıklığa kavuşturulmadı.” diye devam etti.

Bununla birlikte, veri tabanı büyüdükçe kendini geliştiren bir bilgisayar programı olan – Oberfeld-Twistel tarafından geliştirilen bir makine öğrenimi yaklaşımının kullanımını içeren derinlemesine bir analiz kullanarak- bilim adamları, tek tek ülkeler arasındaki farklılıkların daha da büyük olduğunu keşfettiler. Coğrafi farklılıkların konuşulan dilleri de etkilediği bulundu.

Neuroscience News,Colors Evoke Similar Feelings Around the World, son güncelleme 12 Eylül, 2020, https://neurosciencenews.com/color-universal-feeling-17010/

Müzik ve Beyin

Tokyo Üniversite’sinde yapılan yeni bir çalışmada, Japon ve Batı klasik müzisyenlerin ve müzisyen olmayanların beyinleri arasındaki farklılıklar incelendi. Katılımcıların alışılmadık ritimlere ve ritmik olmayan örüntüler dinlediklerinde belirli nöral davranış türlerini araştırdılar. Eğitimli müzisyenler, müzisyen olmayanlara kıyasla daha doğru ritmik tahminlerde bulundular ve Japonca veya Batı klasik müziği konusunda eğitilenler arasında daha ince- hemen göze çarpmayan- farklar vardı. Bu araştırmanın öğrenme ve beyin gelişimi üzerindeki kültürel etki araştırmaları üzerinde etkileri oldu.

Araştırmanın amacı neydi?

Fikir, müzik eğitiminin istatistiksel öğrenmeyi nasıl etkileyebileceğini, beynimizin sıralı bilgileri, bu durumda ritimler, yorumlama ve tahmin etme şeklini görmekti.

Nasıl yapıldı?

Araştırmacılar, beyindeki manyetik sinyallere bakan manyetoensefalografi adı verilen bir tekniği kullanarak katılımcıların beyin aktivitelerini kaydetti. Tatsuya Daikoku ve Masato Yumoto verilerden ritimlerin istatistiksel öğreniminin katılımcıların beyninin sol yarıküresinde gerçekleştiğini tespit etti. En önemli sonuçlardan biri de Japonca ya da Batı klasik müziği olsun müzik eğitimi almış olanlarda daha yüksek bir aktivite seviyelerinin olmasıydı.

Araştırmacılar nasıl yorumlar yaptı?

Tatsuya Daikoku “ Müzik günlük yaşamımızda her yerde bulunur ve vazgeçilmezdir. Müzik bizi ödüllendirebilir, rahatlatabilir ve duygusal olarak tatmin edebilir. Bu yüzden müziğin beyindeki etkisinin araştırılması şaşırtıcı değil. Bununla birlikte, birçok çalışma Batı klasik müziği, pop, caz vb. üzerine odaklanırken, bizim araştırmamız gagaku olarak bilinen Japon klasik müziği uygulayıcılarındaki nöral mekanizmaları araştıran ilk çalışma. ” (1) dedi.

Daikoku ek olarak, “ Müzisyenlerin, müzisyen olmayanlara kıyasla, alışılmadık ritim sekanslarında güçlü istatistiksel öğrenme sergileyeceklerini düşündük. Bu, tanımadığınız melodilere verilen yanıtları inceleyen önceki çalışmalarda gözlemlenmişti. Yani, bu başlı başına bir sürpriz değildi. Bununla birlikte, gerçekten ilginç olan şey, Japon veya Batı klasik müziği konusunda eğitilenler arasındaki sinirsel tepkilerdeki farklılıkları seçebilmemizdi.” (2) dedi.

Japon ve Batı klasik müzisyenler arasındaki bu farklılıklar çok daha az ve ritimdeki karmaşıklığın üst düzey nöral işlenmesinde belirginleşiyor. Bir kültürün ya da başka bir kültürün diğerinden daha iyi ya da kötü performans göstermesi anlamına gelmiyor. Bu bulgu farklı kültürel yetiştirmenin ve eğitim sistemlerinin beyin gelişimi üzerinde somut bir etkisi olabileceği anlamına geliyor.

Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/

Alıntılar

(1)Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/

(2) Neuroscience News, Music on the Brain, son güncelleme 20 Temmuz, 2019, https://neurosciencenews.com/classical-music-brain-16672/

Bakmak, dinlemek ve insan duyguları arasındaki ilişki

Toyohashi Teknoloji Üniversitesi’nde bir araştırma ekibi, resim ve seslere cevaben dikkat çeken tepkiler ile onlar tarafından ortaya çıkarılan duygular arasındaki ilişkinin görsel ve işitsel algıda farklı olabileceğini belirtti. Bu sonuç insan duygularına bağlı gözbebeği reaksiyonlarının ölçülmesiyle elde edildi. Görsel algının tüm dikkat durumlarında duyguları ortaya çıkardığını gösterirken, işitsel algı sadece seslere odaklanıldığında duyguları ortaya çıkarıyor. Böylece görsel ve işitsel uyaranlara yanıt olarak dikkat durumları ve duygular arasındaki ilişkilerdeki farklılıkları gösteriyor.

Araştırma nasıl yapıldı?

Araştırma ekibi, deneydeki katılımcılardan duygusal tepkilerin görsel ve işitsel algı arasında nasıl farklılaştığını araştırmak için duygusal olarak uyandıran resimler ve sesler sunulduğunda çeşitli dikkat durumlarına karşı onları uyarmak için dört görev gerçekleştirmelerini istedi. Duygusal yanıtların fizyolojik bir göstergesi olarak göz hareketi ölçümleriyle elde edilen gözbebeği yanıtlarını da karşılaştırıldı. Sonuç olarak, görsel algı (resimler) tüm görevlerin yerine getirilmesi sırasında duyguları ortaya çıkarırken, işitsel algı (sesler) sadece seslere dikkat edilen görevlerin yerine getirilmesinde gerçekleşmişti. Bu sonuçlar, dikkatli durumlar ile görsel ve işitsel uyaranlara duygusal tepkiler arasındaki ilişkide farklılıklar olduğunu gösteriyor.

Bu araştırmanın önceki araştırmalardan farkı nedir?

Satoshi Nakakoga “Geleneksel olarak, öznel anketler duygusal durumları değerlendirmek için en yaygın yöntem olmuştur. Ancak bu çalışmada, bir tür görev yapılırken duygusal durumları çıkarmak istedik. Bu nedenle, bilişsel durumları yansıtan biyolojik sinyallerden biri olarak çok fazla ilgi gören gözbebeği tepkilerine odaklandık. Görsel ve işitsel algı nedeniyle duygusal uyarılma sırasında dikkat durumları hakkında birçok çalışma yapılmış olsa da, bu durumları duyular arasında karşılaştıran daha önce yapılmış bir çalışma yok ve bu ilk deneme ” diyor.

Ayrıca, araştırma ekibinin lideri Profesör Tetsuto Minami, “Akıllı telefonlar ve diğer cihazlar aracılığıyla çeşitli görsel medya ile temasa geçmek ve bu görsel ve işitsel bilgiler yoluyla duyguları uyandırmak için daha fazla fırsat var. Ortaya çıkan duyguların insan davranışı üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere duyguları ortaya çıkaran duyusal algı hakkında araştırmaya devam edeceğiz. ” dedi.

Neuroscience News, The relationship between looking and listening and human emotions ,son güncelleme 20 Haziran, 2020, https://neurosciencenews.com/looking-listening-emotion-16567/

Beyni piyano gibi düşünmek

Son zamanlarda Sergio Pequito, Rensselaer Politeknik Enstitüsü’nde endüstri ve sistem mühendisliği asistanı, ve ekibi insan beynine yeni bir bakış açısından baktıracak bir araştırma yapıyor.

Nasıl bir araştırma yapılıyor?

Sergio Pequito beyni düşündüğünde, bir piyano görüyor. Anahtarlar beynin farklı kısımlarını temsil ederken, piyanistin parmakları tarafından uygulanan basınç, beyin fonksiyonlarını destekleyen dış uyaranları temsil ediyor.

Notlar ve harmoniler notalar üzerine eşleştirilebildiği gibi beynin karmaşık dinamiklerini, araştırmacıların beyin ve bilişsel yapıyı daha iyi anlamalarına yardımcı olabilecek yeni veri modellerine dönüştürmek istiyor. Bu araştırma National Science Foundation tarafından destekleniyor.

Araştırmanın amacı nedir?

Pequito ve ekibi, sağlıklı bir beynin nasıl çalıştığı ve nörolojik hastalığı olan birinin nasıl davranabileceği konusunda fikir vermeye çalışıyor. Piyano benzetmesine devam eden Pequito, yanlış anahtara çarpan bir piyanistin ahenksiz bir gürültü yaratabileceği gibi, araştırma ekibi tarafından geliştirilen modellerin beynin aktivitesinde bir şeylerin ne zaman normal olmadığını göstereceğini açıklıyor.

Endüstri ve sistem mühendisleri, karmaşık sistemlerin nasıl etkileşime girdiğini analiz etmek için araçlar geliştirir. Pequito, insanlığın beyne ilişkin uzun süredir devam eden sorularına bu tür bir yaklaşımın dikkat, öğrenme, hafıza, karar verme ve dil gibi işlevler arasındaki ilişkiler hakkında yeni bir anlayış sağlayabileceğine inanıyor.

Araştırma nasıl yapılacak?

Pequito’nun ekibi halka açık beyin verileri kullanarak ürettikleri modelleri geliştirecek. Veriler, beynin aktif kısımlarında arttıkça kan ve oksijen akışını izleyen fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) teknolojisi kullanılarak toplandı.

Pequito, “Endüstri mühendisleri olarak kullanabileceğimiz her türlü araca sahibiz. Şimdi, sinirbilim ve tıp camiası için yeni görüşler sağlayabilmemiz için onları geliştirmek için çalışıyoruz.” dedi.

Neuroscience News, Sheet Music May Be an Effective Guide For Understanding Human Brain Activity ,son güncelleme 25 Şubat, 2020, https://neurosciencenews.com/sheet-music-brain-15784/

Müzik ve Duygu

Ana görsel: ; Designed by Freepik

Sizi en çok mutlu eden şarkı hangisi? 😊🎼🎹 Hangi şarkılar sizi oturduğunuz yerde dünyanın en mutlu insanıymış gibi hissettiriyor? 🎉🥳

Müzik evrensel dillerden biri. Müziğin etkileri ve hangi müziklerin nasıl etkiler yarattığı hakkında birçok araştırma yapılıyor. Araştırmalar ile beraber, etkileri fiziksel olarak kendilerini gösteriyor.

Berkeley Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, müzik dinlerken belirli duyguları gösteren kültürler arasında korunan 13 genel deneyim kategorisi var.

Kategoriler nasıl belirlendi?

Üniversitede Amerika ve Çin’den 2.500 kişinin duygusal tepkilerine bakıldı. Araştırmada katılımcılar YouTube’dan videolar seyretti. Seyredilen videolarda bulunan müzikler incelendi. Yaklaşık 2.000 katılımcı 28 farklı duyguya ait 40 müzik örneği dinledi. Çıkan sonucun sağlamasını yapmak için, 1.000 katılımcı ile ikinci bir deney daha gerçekleşti. 2. deneyin sonunda da aynı sonucu bularak sağlama başarılı oldu.

Deneyin diğer sonuçları neler?

“Müzik evrensel bir dil, ancak söylediklerine ve nasıl anlaşıldığına her zaman yeterince dikkat etmiyoruz,” diyen Alan Cowen ve ekip, hem psikolojik tedavi süreçlerinde uzmanlar için hem de Spotify gibi o anki duygularımıza göre listeler oluşturan uygulamalarda faydalı olabilecek bir kaynak oluşturdu. Yani, hem günlük hem de profesyonel alanlarda fayda sağlayacak bir araştırma yapıldı.

Bununla beraber, kültür farklılıklarını gösteren başka sonuçlara da ulaşıldı. Cowen sonuçları açıklarken, “ Farklı kültürlerden insanlar bir şarkının kızgın olduğunu kabul edebilir, ancak bu hissin olumlu ya da olumsuz olup olmadığı değişiklik gösterebilir.” dedi. Bu farklılığa ek olarak müziklerin dinleyeni uyarma seviyesi de değişkenlik gösterdi.

Sonuçlar nasıl toplandı?

Görsel Alan Cowen’dan alınmıştır.

Deney boyunca katılımcılar hislerini bir ses haritasına kaydetti ve sonuçlar somut bir şekilde araştırmacılar tarafından değerlendirildi. Dacher Keltner “Müzik dili aracılığıyla evrensel olarak hissedilen en geniş duygu dizisini titizlikle belgeledik ”dedi.

Deneye göre bazı şarkıların kategorileri;

“Star-Spangled Banner” – iftihar

Ed Sheeran, “The Shape of You” – neşe

“Somewhere over the Rainbow” – neşe

Neuroscience News, Ooh là là! Music evokes 13 key emotions. Scientists have mapped them, son güncelleme 6 Ocak, 2020, https://neurosciencenews.com/music-13-emotions-15407/

İnsanlar daha erken konuşabilir miydi?

Görsel ; Designed by Freepik

Yapılan araştırmaya göre insanlar daha erken konuşabilirlerdi.

CNRS ve Université Grenoble Alpes’teki araştırmacılar, Fransız, Kanada ve ABD ekipleriyle beraber çalışarak konuşmanın mevcut dilbilim teorisinin öne sürmesinden çok önce, 200.000 yıldan daha önce, ortaya çıkabiliceğini belirtti.

Bu ne anlama geliyor?

50 yıl boyunca Philip Lieberman’ın teorisi, konuşmanın ortaya çıkmasından önce, gırtlakların farklı sesleri, ünlüler, çıkarmak için düşük bir konumda olması gerektiğini belirtti. Temel artikülatörlerde (dil, çene, dudaklar) insanlara benzeyen ancak daha yüksek gırtlakları olan bir ses yolu anatomisine sahip olan maymunlar, farklılaştırılmış seslendirmeler üretemezler. Fakat yapılan araştırmaya göre, maymunlar iyi farklılaşmış proto- ünlü sesler üretiyor. Yani farklı seslendirmelerin üretilmesi bu nedenle anatomik değişkenlerin değil, artikülatörlerin kontrolüne ilişkin bir olgu.

Önceden neden buna inanılıyordu?

1930’larda, 1950’lerde iki araştırmacı, kendi bebeklerine öğretir gibi aynı zamanda ve şartlar altında, evde yetiştirilen bir şempanze konuşmayı öğretme olasılığını test etti. Bütün deneyleri başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sonucu açıklamak için, 1969’da bir dizi makalede ABD’li bir araştırmacı Philip Lieberman, kendi teorisini önerdi. Lieberman insan frekans değişimlerini maymunlarla karşılaştırarak, gırtlaklarının yüksek pozisyonu ile ilgili küçük bir farenks olduğunu, oysa insanlarda gırtlağın daha düşük olduğunu gösterdi.

Neuroscience News, Speech could be older than we thought, son güncelleme 16 Aralık, 2019, https://neurosciencenews.com/speech-evolution-15321/

İnsanlar olasıklara göre düşünüyor

“Size bir sır vereceğim. Dünyada neredeyse bütün sorulara cevap bulundu ama bir soru varki, filozoflar, matematikçiler, doktorlar, sanatçılar beraber oturup saatlerce üstünde düşünmelerine rağmen çözemedi.”🧐

Varsayın size konuşurken böyle bir şey söyledim.💡 Aklınıza nasıl bir soru gelir? Birisi bana böyle bir şey söylese, aklıma kendisinden çok çözümüne odaklanacağım bir soru gelir. Soru söylendiğinde ise, cevabı çok kolay olsa bile bulamama ihtimalim çok yüksek. Hatta farzedin soru yalnış kurulmuş. O kadar sorunun çözülememiş olmasına takılırım ki, sorunun hatalı olduğunu anlamadan cevap vermek isterim.

Philipp Schustek, Alexandre Hyafil ve Rubén Moreno-Bote insanların bu şekilde düşünmesini inceleyen bir araştırma yaptılar. Araştırmada hiyerarşinin olduğu durumlarda insanların baskın etkenleri baz alarak olasılıkları düşündüğü çıktı.

Araştırma nasıl tasarlandı?

Araştırmacılar, uçak temasını kullanarak hiyerarşik entegrasyon görevleri sunan deneylerini tasarladılar. Moreno-Bote araştırmada “Çalışma için katılımcılarımıza, uçakların bir diğerinden daha çok, örneğin, Barça’nın Madrid’den daha fazla taraftarını taşıyan uçakların gelebileceği bir havaalanında olduklarını söyledik. Bir kaç uçaktan inen bir avuç dolusu yolcu gördüğünde, katılımcılar bir sonraki uçağın belirli bir tipte daha fazla yolcu taşıyacağının olasılığını matematiksel kesinlikle tahmin edebilirler. ” dedi.

Fotoğraf UPF’den alınmıştır.*

Sonuçlar, katılımcıların ön gözlemlerine dayanarak, bağlamın olası bir temsilini inşa ettiklerini gösterdi. Bu sonuçlar, insanların bizi çevreleyen şeyin zihinsel temsilini nasıl oluşturduğunu ve bu bağlamdaki belirsizliği nasıl atadığımızı ve algıladığımızı anlamaya yardımcı oldu.

Yazıyı toplamak gerekirse;

Bir durumu değerlendirirken ve soruyu cevaplarken bize sunulan bilgi düşünce sistemimizi etkiliyor. Son bir örnek vermek gerekirse, Moreno-Bote sonucu “İstatistik öğrencilerim genellikle sınıfta sorduğum bazı problemleri çözmekte başarısız oluyorlar. Çalışmamızda, en karmaşık olasılık kurallarının kullanımını içeren karmaşık bir matematik probleminin basit ve doğal bir bağlamda sunulması durumunda sezgisel olarak çözülebileceğini bulduk.” şeklinde anlatıyor. Bu bir şeyi nasıl algıladığımızın üstümüzdeki etkisini gösteriyor.

Yukarında bahsettiğim konu ile bağlantı kurarsam, uzun uzun filozofların, matematikçilerin, doktorların ve sanatçıların çözemediğinden bahsetmek dışında “Ama fizikçiler denemedi ve bu soru tam da onların alanında” da deseydim soruya bakış açınız değişebilirdi. 🙂

Neuroscience News, Human behavior follows probabilistic inference patterns, son güncelleme 2 Aralık, 2019, https://neurosciencenews.com/behavior-probabilistic-inference-15276/

Çocuklar nasıl daha kolay okumayı öğrenir?

Okuduğunuz ilk kelime neydi? Nerede okudunuz?

Hermundur Sigmundsson, Greta Storm Ofteland, Trygve Solstad ve Monika Haga tarafından yapılan çocukların okumayı öğrenme süreçlerine odaklanan bir araştırma yaptı. Çalışma New Ideas in Psychology‘de yayınlandı. Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi‘nden olan Sigmundsson, araştırma ekibinin harfleri öğrenme ve harflerin sesleri ve okuma kodunu kırma arasındaki bağlantıyı açıkça gösteren ilk kişiler arasında olduğunu belirtti.

Araştırmanın amacı neydi?

Araştırma harfle sesinin bağlantısını kullanmanın çocuklar üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna odaklandı. Bu araştırmadan önce bu alanda tezler sunulsa da harfleri öğrenmenin yeterli olmadığı belirtildi. Harfleri bilseniz bile onları okuyamayabilirsiniz. Tek harfleri okumak veya yazmak, bu harfleri bir araya getirmekten tamamen farklı bir şey. Bireysel harf değişimleri çok büyük olabilir.

Araştırma nasıl yapıldı? Sonuçları ne oldu?

Araştırma ekibi, bir yıl boyunca 5-6 yaşları arasındaki 356 çocuğu inceledi. Çocukların yüzde 11’i okula başladıklarında zaten okuyabiliyordu. İlk okul yılının sonunda, yüzde 27’si henüz okumayı öğrenmedi. Bu grubun çoğu, okula başladıklarında daha az harf bilen çocuklardı.

Sigmundsson, “Disleksi olan yüzde 5-10’unu alırsanız, rakamlar beş çocuktan birinin çok az pratik yaptığını veya ilk okul yılında motivasyonunun olmadığını gösterir” dedi.

Başka bir sonuç da kız çocuklarının erkeklerden daha iyi okuduklarıydı.

Araştırma sonuçları ne anlama geliyor?

Çocukların daha önce okumayı öğrenmelerine yardımcı olmak için, bir şey çok önemli: Harflerle ilişkili harfleri ve sesleri mümkün olduğunca erken öğrenmek. Bununla beraber, ailelere de büyük bir rol düşüyor. Çocukların bu ilişkiyi kurabilmelerini sağlamak için okula başlamadan onlara kitap okuyabilir ve ileri yaşlarda da kitap okumalarını destekleyebilirler. Araştırmanın sonucunda kızların daha iyi okumaları genel bir sonuç ama ailelerin çocuklarıyla bu anlamda nasıl iletişim kurdukları bu sonucu değiştirebilir. Çocukların kendi başlarına kitap okumaları ve daha çok kitap okumaları süreci hızlandıracaktır.

Neuroscience News, Here’s how you help kids crack the reading code, son güncelleme 14 Kasım, 2019, https://neurosciencenews.com/reading-learning-15207/

Johns Hopkins Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, bebekler saymayı düşünüldüğünden erken tanıyor.

Daha okuma-yazma ve sayı saymaya başlamadan önce bizlere içlerinde sayıların bulunduğu kitaplar ve oyuncaklar alınıyor. Bununla beraber, büyüklerimiz sayı sayarak bizimle iletişim kuruyor.

Bu iletişim şekli küçük çocuklar tarafından nasıl anlaşılıyor?

Johns Hopkins Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, bebeklerin saymayı düşünüldüğünden erken tanıdığı bulundu. Jinjing (Jenny) Wang ve Lisa Feigenson’ın yaptıkları araştırma, Development Science dergisinde yayınlandı.

Araştırma nasıl yapıldı?

Araştırma sırasında 14 ile 18 ay arasındaki küçük çocuklarla çalışıldı. Küçük çocuklar oyuncaklar- küçük köpek veya araba– içinde göremedikleri ama ulaşabildikleri bir kutuya koyuldukça izledi. Bazen araştırmacılar her bir oyuncuyu kutuya koyarken, “Bak! Bir, iki, üç, dört – dört köpek!” şeklinde saydı. Diğer zamanlarda her bir oyuncağı kutuya koyarak, “ Bu, bu, bu ve bu – bu köpekler ”dedi. Köpekler sayılmadığında, küçük çocuklar kutunun içinde dört şey olduğunu hatırlamakta zorlandılar. Araştırmacılar yalnızca birini çıkardıktan sonra sanki görecek başka bir şey yokmuş gibi dikkatleri dağılma eğilimindeydi. Ancak oyuncaklar sayıldığında, küçük çocuklar birden fazla kutudan çıkarılmasını açıkça bekledi. Tam olarak hatırlamadılar ama yaklaşık sayıyı hatırladılar.

Lisa Feigenson “Bebekler için sayma kitapları alıyor ve küçük çocuklarla yüksek sesle sayıyoruz. Tüm bunlar şu soruyu gündeme getiriyor: Çocuklar okul öncesi yıllarda olana kadar saymanın ne demek olduğu konusunda gerçekten ipucu sahip değiller mi? ” sorusunu takip ederek araştırmanın sonunda “Sayı kelimelerinin tam anlamını anlamaktan yıllarca uzakta olmalarına rağmen, bebekler sayı saymayı tanıyorlar. ” şeklinde sonucu açıklıyor.

Ekip şu anda birkaç takip çalışması yürütmekte ve erken sayma pratiğinin, İngilizce konuşan bebeklerin yabancı bir dilde saymaya tepki vermesi durumunda daha sonraki sayı becerilerine neden olup olmayacağını belirlemeye çalışıyor.

Neuroscience News, Babies understand counting years earlier than believed, son güncelleme 25 Ekim, 2019, https://neurosciencenews.com/baby-counting-15123/